KFC’de ‘parmak ısırtan açgözlülük’: Kadın işçilere baskı ve taciz döngüsü raporlandı

Laçin Barış
Geçtiğimiz aylarda Yum! Brands’in Türkiye’den ani çekilişi sonrası çalışanlar, kıdem tazminatlarını ve maaşlarını alamamıştı. Araknea Araştırma İnisiyatifinin hazırladığı parmak ısırtan açgözlülük raporu, sistematik sömürü ve iş güvenliği ihlallerini belgeliyor. 500 KFC çalışanıyla yapılan anket ve 20 kişiyle yapılan derinlemesine görüşmeler üzerinden hazırlanan rapor, yoğunlukla kadın işçilerle yapılan görüşmeler sonucu hazırlandı.
2023’te 7 milyar dolar gelir ve 1.6 milyar dolar net kâr açıklayan, 58 binden fazla restorana sahip Yum! Brands’in, Türkiye’deki mağdur işçiler karşısında sergilediği tutum, franchise sistemlerinin denetimsizliğine dair çarpıcı örneklerden biri.
Yum! Brands, Türkiye’deki tüm KFC ve Pizza Hut restoranlarının sahibi ve işletmecisi olan İş Gıda ile franchise anlaşmasını, firmanın standartları karşılayamaması nedeniyle 8 Ocak’ta feshettiğini açıklamıştı.
Fesih kararının ardından Pizza Hut ve KFC markalarının sahibi İş Gıda, konkordato ilan etti ve 283 KFC ile 254 Pizza Hut restoranını kademeli olarak kapatmaya başladı. Bu süreçte yaklaşık 7 bin çalışan, ücret ve tazminatlarını alamadan işsiz kaldı.
Fotoğraf: Evrensel
Mesaide sınır yok, mola yok, yardım yok
Hazırlanan rapor, Yum! Brands’in çekilişinin yalnızca ticari bir karar değil; aynı zamanda işçi haklarının sistematik ihlaline yol açan yapısal bir kriz yarattığını ortaya koyuyor.
Rapora göre, İşçilerin yüzde 65’ten fazlası haftalık yasal sınır olan 45 saatin üzerinde çalıştırılmış; yüzde 25’i ise 55 saatin üzerinde mesai yapmıştır. Ağır ve uzun çalışma koşullarının yanı sıra işçilerin yalnızca yüzde 19.3’ü yıllık izin haklarını sorunsuz kullanabilmiştir. Rapora göre her beş işçiden biri ise izin kullanmanın “Çok zor ya da neredeyse imkansız” olduğunu belirtmiş. Bu durum rapora çalışanların şu söylemleri ile yansıyor: “Bir yılı geçti, yıllık iznimi kullanamadım. Her zaman personel eksiği var.”
Bunun yanı sıra hastalık izinleri gibi temel hakların da yöneticilerin inisiyatifine bırakıldığı raporda öne çıkan noktalardan biri.
Ankete katılan birçok işçi, fazla mesailerin “gönüllülük” adı altında fiilen zorunlu hale getirildiğini belirtirken ücretlerin sık sık geç yattığını, gerekçesiz kesintilerle karşılaştıklarını aktardı. Yetersiz personel nedeniyle hem saha çalışanları hem yöneticiler, fiziksel olarak ağır teslimat görevlerini yerine getirmek zorunda kaldı. Bu durumun yorgunluk, kas iskelet sistemi yaralanmaları ve uzun vadeli bedensel yükler yarattığı, işçilere eğitim ve ekipman sağlanmadan ağır yük taşıttırıldığı da rapora yansıdı.
Grafik
“Dört kişi, 14 kişinin işini yapıyorduk: Mola yok, sınır yok, yardım yok”
Rapor, çalışma sürelerine dair düzenlemelerin yalnızca ihlal edilmediğini, bu ihlalin sistematikleşmiş ve sözleşme türü fark etmeksizin tüm çalışanları etkileyen bir norm halini aldığını gösteriyor. Çalışanların bu duruma ilişkin söylemleri rapora şu şekilde yansıyor:
“Part-time çalışıyorum ama haftada 40 saat çalıştığım oldu.”
“Sözleşmemde 25 saat yazıyor ama bazen 35 çalışıyorum.”
Katılımcıların yüzde 64’ü “koruyucu ekipman yoktu” dedi
Bu koşullar gözetilince öne çıkan bir diğer mesele BES kesintileri ve gecikmeli maaş ödemeleri. Bazı çalışanların net maaşının asgari ücretin altına çekilmesi raporda altı çizilen meselelerden biri. Raporu incelediğimizde tam zamanlı çalışanların ücretlerinin 17 bin ile 20 bin lira arasında olduğunu görüyoruz. Ayrıca rapora göre, çalışanların yüzde 50’den fazlası maaşlarını gecikmeli aldığını ifade ediyor.
Raporda dikkat çeken diğer bir yan ise ciddi iş sağlığı ve güvenliği açıkları. Rapora göre çalışanların yüzde 64’ü kişisel koruyucu ekipmanlara erişemediğini, yüzde 36.5’i çalıştığı yerde yangın çıkışı olmadığını belirtiyor.
Buna bağlı olarak, çalışanların yüzde 88.2’si kaygan zemin nedeniyle yüksek düşme riski bildirirken iş kazası yaşayanların yüzde 50’si kayma ya da düşme yaşadığını ifade ediyor.
Rapora göre yaralanmaların yüzde 62’si yanık ve sıcak yağ sıçramalarına bağlı gerçekleşti. Katılımcıların yüzde 68.7’si en az bir arkadaşının yanık geçirdiğini belirtti.
Buna bağlı olarak rapor, işletmelerde Sedex ve SMETA gibi sosyal uygunluk denetimlerin işçi güvenliği yerine yalnızca gıda güvenliğine odaklandığını ve sistemsel ihlalleri maskelediğini vurguluyor.
Fazla mesailer en çok kadınlara yaptırılıyordu
Raporda dikkat çeken bir diğer mesele kadın çalışanlara yönelik ayrımcılık ve taciz iddiaları. Kadın çalışanlar, terfilerde liyakate değil “yakın ilişkilere” dayalı ayrımcılık yaşadıklarını ifade ediyorlar. İşletmelerde eksik denetim, destek ve bildirim mekanizmasından kaynaklı taciz vakaları da yaygın.
Özellikle ön kasa ve servis alanlarında görevli kadın çalışanlar, sözlü ve fiziksel tacizi içeren sistematik bir taciz döngüsüne maruz kalıyorlar. Rapora göre ses çıkaranlar “abartan” ya da “sorunlu kadın” olarak damgalanıyor, bu da mağdur kadınların susturulmasına ve baskılanmasına yol açıyor.
Rapora göre bir diğer ayrımcılık ise yöneticilerin fazla mesai için çoğunlukla kadınları seçmesi. Kadınlar son dakika vardiyalarına çağrılıyor ve reddetmelerini engellemek için dolaylı tehditler yapılıyor: “Tepki göstermeyeceğimizi bildikleri için bizi geç saate bırakıyorlardı.”
Hamile işçi ağır iş yüzünden düşük yaptı
Raporda önemli olan noktalardan biri hamile kadınlara fiziksel olarak tehlikeli işlerin verilmiş olması ve bu durumun bazı düşüklerle sonuçlanmış olması.
Rapora göre hamile işçilere, rutin gebelik kontrolleri için ücretli izin hakları bile tanınmıyor. Yöneticiler, randevuların izin günlerinde alınmasını şart koşuyor. Oysa Türk iş hukuku, bu muayenelere çalışma saatleri içinde katılma hakkı tanıyor.
“Doktora izin günümde gitmemi söylediler. Fazladan zaman verilmeyeceğini belirttiler.”
Daha da çarpıcı olanı, hamile çalışanların ağır yük taşıma gibi fiziksel açıdan tehlikeli işlere yönlendirilmesi ve bunun sonucunda yaşanan düşük vakaları: “Hamileydi ama koli taşıttılar. Bebeğini kaybetti. Kimse sorumluluk almadı.”
İşçilerin talepleri: “Haklarımızı tanıyın”
Yum! Brands, franchise çekilişi sonrası Türkiye pazarına yeniden girmeyi planladığını açıkladı. Ancak rapora göre, geçmişteki ihlaller telafi edilmeden atılacak yeni adımlar, aynı sömürü döngüsünün tekrar etme riskini taşıyor.
Raporda işçilerin talepleri net bir şekilde ortaya koyuluyor. Talepler ise şu şekilde:
Ücret ve kıdem tazminatlarının eksiksiz ödenmesi, Yum! Brands’in konkordato sürecine aktif şekilde dahil olması, franchise sisteminde işçi haklarını koruyacak müdahaleler yapılması, Türkiye’ye dönüş planlarında eski çalışanlara öncelikli istihdam ve geçmiş hakların tanınması.
Gıda güvenliği krizi kıl payı önlenmiş
Yum! Brands’in yerel partneri İş Gıda’nın dağıtım zincirindeki çöküş, yalnızca işçileri değil; halk sağlığını da tehdit etmiş. Rapora göre, tavuk ürünleri hijyen dışı koşullarda, kontrolsüz yerel tedarikçilerden temin edilmiş; donmuş ürünlerin lavabolarda çözüldüğü, soğuk zincirin kırıldığı belirtiliyor.
Araştırmacı Bahar Kılınç: İşçileri yanıklarından tanıyorlar
Yapılan derinlemesine görüşmelerin detayları üzerine konuştuğumuz, Araknea Araştırma İnisiyatifinin Kurucu Üyesi Bahar Kılınç, KFC’nin tekrar Türkiye’ye dönmek istediğini ancak işçilerin hiçbirinin mağduriyetinin giderilmediğini hatırlatarak, “Çıkarılan işçilerin hiçbirine kıdem tazminatı ödenmedi” dedi.
Kılınç bu sürecin işçilerin üzerinde ciddi fiziksel hasarlar da bıraktığını anlattı: “İş güvenliği eğitimleri yeterince yapılmadığı ve aynı zamanda ekipmanlar sağlanmadığı için bizim görüştüğümüz bir kadın işçinin alnında kocaman bir yanık izi vardı. Biz görüştüğümüzde kendisi çalışmayalı iki ay olmuştu ama iz hâlâ duruyordu. Uluslararası bir fast food işçi örgütü, ‘Fast food işçilerini, yanık kollarından tanıyabilirsiniz’ diye bir kampanya başlatmıştı. Yanma genel olarak ciddi bir iş kazası olarak önümüzde duruyor. Denetimin olmadığı yerlerde ise bu çok daha fazla.”
İş kazasının sorumlusu işçiymiş gibi gösteriliyor
Kılınç raporda bahsi geçen hamile kadınlara yönelik baskıları biraz daha detaylandırarak, “Kişilere fiziksel güçleriyle orantılı olarak ve aynı zamanda iş tanımlarına dahil işlerin verilmesi gerekir. Fakat bunun tamamen ihlal edildiği durumlar söz konusu KFC ve Pizza Hut’ta. Raporda yer alan hamile kadınların düşük yapması bundan kaynaklıdır. Keza düşük yapan hamile kadının izin günlerinin, ücretsiz izin olarak sayıldığını belirtmek isterim. Bu çok önemli bir hak ihlali” dedi.
İşçilerin sürekli mobbinge maruz kaldığını söyleyen Kılınç, hak ihlalleri ve iş kazalarının Türkiye’de daha yaygın görüldüğünü anlattı. Özellikle hız baskısının Türkiye’deki hizmet sektöründe iş kazalarının en önemli nedeni olduğunu söyleyen Kılınç, iş kazası geçiren işçilere baskı uygulandığını belirtti: “İşçilere genellikle yaşadıkları kazalar onların suçuymuş gibi hissettiriliyor. Görüştüğümüz işçiler, ‘Sanki benim sakarlığım yüzünden yaşananlar olmuş ve ben, işin aksamasına yol açmışım gibi davranılıyor’ diyordu.
Bu restoranlarda çok fazla aile duygusu veriliyor. ‘Biz ekip olarak bir aileyiz. Primlerimizi de alabilmek için buranın kârını arttırmalıyız’ gibi söylemler yöneticiler tarafından çok yaygın kullanılıyor. Ve kayarak düşen, elini kesen, kolunu yakan kişi ailenin geride kalmasına sebep oluyor gibi bir psikolojik baskı söz konusu. Keza iş kazasına uğrayan işçilerin hastaneye bile götürülmediğini işçilerden duyduk.”
Tacizciye ödül döngüsü
Kadınlar açısından baskı boyutunun daha sert olduğunu ve kadınlarda yaygın taciz biçimlerine rastladığını söyleyen Kılınç, restoranlarda bir denetim mekanizmasının olmadığını belirterek, “Taciz ve mobbing kadınların en çok maruz kaldığı şeyler. Ege’de bir restoranda yine bir ekip üyesinin diğer kadın işçileri düzenli taciz ettiğini duyduk. Kadın işçiler sürekli bu kişiyi şikayet ediyorlar ve sonuç yalnızca bir uyarı oluyor. Ancak bu sürüyor ve kadınlar bu yüzden işten çıkıyorlar. Ancak tacizcinin terfi edildiğini duyuyoruz kadın işçilerden. Böyle bir cezasızlık döngüsüyle karşı karşıya kadınlar” dedi.